BENİM İÇİN ÜRETMEK BİR SERÜVEN.
röportaj
HAKAN SORAR
Bir süper gücün olacak olsa ne olurdu?
Olsa ne olurdu bilmiyorum ama zamana daha hakim olabilmeyi isterdim.
Bu aralar hep aklında dolaşan bir cümle, bir düşünce var mı?
Uzun zamandır “muğlak” kelimesi üzerine düşünüyorum.
Gün düşleri mi gece düşleri mi?
Öğle sonrası ve akşam düşleri
Zaman ile aran nasıl?
Zaman üzerine düşünürken, çoğu kez akışa yetişemiyor gibi hissediyorum. Zamanı tanımlamaya, yeniden farklı şekilde deneyimlemeye yeni başladım diyebilirim.
İmajların bu kadar hızlı üretildiği bir zamanda, anlamların kalıcılığının belirsizliğinde kendin için nasıl üretim ve deney alanı yaratıyorsun?
Benim için üretmek bir serüven. Ürettiğim her şeyi bitmiş bir eser olarak ortaya koymuyorum. Gezindiğim, uğradığım duraklar, denemeler ve testler olarak görüyorum. Bu noktada devreye deneyimlerim ve geleceğe aktarılması gerekenler giriyor. Bunları oluştururken sürekli yeninin peşinden koşmak gerekebilir. Çalışmalarımın konusu aynı kalsa da tekniği, estetiği zamana yayılarak değişti ve dönüşüyor. Araçla hızla gelişiyor. Buna adapte olabilmek için güncellemeleri takip etmek bir süreç ve disiplin gerekiyor. Bu soruya genel cevabımı mektup, anı veya günlük yazmak gibi düşünüyorum. O an, o şekilde, o duygularla üretilmiş bir şey gelecekte sadece bir belge olarak var olacak. Yazarken ki duyguları bire bir şekilde aynı yoğunlukta beş yıl sonra okumuş olmak sanırım dönüşüm, değişimle alakalı. Burada süzgeç neyin, ne kadar aktarılacağı sanırım.
Eserlerindeki bedenlerin anonimliklerini toplumsal cinsiyet ekseninde nasıl konumlandırıyorsun? Muğlaklığı arttırmak, imgeleri çoğaltmak, normatif değerleri genişletmenin bir metodu olabilir mi?
Üretimlerimde suret kullanmıyorum, temsiliyeti kırmak istiyorum. Muğlak kalma durumu beni heyecanlandırıyor. Bütün üretimlerimin merkezinde gizliden gizliye o muğlaklık var. Ortada bırakmak, izleyiciye bırakmak, bir şeyler söylemek ama bir yandan da belki hiçbir şey söylememek, ikili sistemlerden, kesin şeylerden uzak üretimler beni heyecanlandırıyor. Çalışmalarım ikilikleri aşmaya çalışan, bir şeyi temsil etmeyen, kendinden potansiyelli, kendi içinde farklı göndermeleri olan çalışmalar. Bedenden dökülen bir kıl tanesinin insana iğrenç gelmesinin, normlara ve toplumsal cinsiyete dair söylediği şeyler var. Eserlerin anonimliği bu ortada olma hali ile bir sürü şeyi sorguluyor, bir ojenin bile toplumsal cinsiyete dair ne kadar çok şey söylediği bu anonimlik ile ortaya çıkıyor.
Tüm bunlar bedene dair neler söylüyor? Benim deneyimlerim bana neler söylüyor? Üretimimin bedene temellenmesi bu sorularla gelişiyor. Norm nedir? Biz neresindeyiz? Üretimlerim bir yaşı, etnik grubu, cinsiyeti temsil etmesin veya temsil ediyormuş gibi yapsın istiyorum, arada kalsın, muğlak olsun.
Normların kolektif bir okumasını yapmak için yapay zekayı kendi üretim alanın için nasıl araçsallaştırıyorsun?
Yolculuğum fotoğraf ile, fiziksel bir kamera ile başladı. Ardından sanal kamera beni çok daha fazla heyecanlandırdı. Şimdi de yapay zekanın potansiyeli ve imkan sahası beni heyecanlandırıyor ve ilham veriyor. Yapay zekaya hem bir araç, hem bir eşlikçi, hem fikir verebilecek bir arkadaş hem de bir asistan olarak bakıyorum. Yapay zekada görüntü üretim araçlarının çoğunda da sansür mekanizmaları var. Örnek olarak OpenAI tarafından geliştirilen Dalle-2 ilk çıktığında queer yazılamıyordu, queer yazıldığında hassas içerik uyarısı yapıyordu. Biz ne isek yapay zeka da biraz o. Kullandığı datalar sebebi ile ırkçı olabiliyor, seksist yaklaşımlar çıkabiliyor. Yapay zeka ile deneyler yaparken kolektif birikimle ile birlikte deney yapmış oluyoruz. Sisteme yüklediğiniz bir insan görselini tanımlamasını istediğinde, kadın veya erkek olarak tanımlıyor. Biz dünyayı ikili normlarla tanımladığımız için, yapay zeka da aynalama yapıyor. Bu ikiliklerin sınırlarını aşan deneyler yapmaya çalışıyorum.
Tarih de beden gibi çeşitli iktidar mekanizmaları ile denetlenen ve şekillendirilen bir alan. Arkeoloji, çalışmaların için nasıl bağlamlar oluşturuyor?
Arkeoloji zaman zaman geçmişe günümüz gözü ile bakılan bir alan olabiliyor. Bu disiplinde bazı muğlak bulgular fikirler ile şekillenerek katılaşabiliyor. Oysa arkeolojiye feminist ve kuir bir perspektiften bakan ufuk açan çalışmalar var. Daha önce parçası olduğum “Kazı İzleri” sergisinde çalışma şansı yakaladığım Aşıklı Höyük’te bulunan bir figurin buna bir örnek teşkil edebilir. 30 yılı aşan kazı sürecinde Aşıklı Höyük’te çok az sayıda figurin bulunuyor. Hem gögüs gibi görünen, üst kısmında bir kabartması olan hem de gövdesinin altında penisi tasvir edebilecek bir kabartma yer alan bu figurinin cinsiyetine dair hiçbir şey söylenemiyor. Örneklendirme yapılacak farklı figürinler olmadığı belki de net bilgiler söylenemiyor. Bu figurin üzerine Aşıklı Höyük kazı başkanı Prof. Dr. Mihriban Özbaşaran’ın “Küçük Kil Figurinin Büyük Soruları” başlıklı değerli bir makalesi var. Bu figurini bulan arkeolog Sera Yelözer’in Aşıklı Höyük’teki mezar boncukları üzerinden, neolitik dönemde cinsiyetler üzerine değerli çalışmaları mevcut. “Türkiye Arkeolojisinde Toplumsal Cinsiyet Çalışmaları Neden Geç Kaldı?” sorusu üzerine çalışan Yelözer’in yazdıkları beni çok heyecanlandırıyor. Net konuşmayarak tüm ihtimallere alan açan arkeologlar bana ilham veriyor.
Kazılarda bedene dair bir nesne bulunduğunda ikili cinsiyet kalıpları üzerinden tanımlanabiliyor. Elimizde yeterli bir data seti, örneğin intersekslere dair veriler yok denecek kadar az, kadınlara ve çocuklara dair veriler kimi okumalarda taraflı gibi algılanıyor. Elbette bu arkeolojinin ve bilimin alanı. Bu sahada biz sanatçılar olarak sadece yazılı olmayan dönem verilerini yorumlarken örnekler ve mantık çerçevesinde ihtimallerin altını çizebiliriz.
Aşıklı Höyük’teki bu muğlak alandan yola çıkarak Ahmet Rüstem ile yarattığımız figurinler ile alanı daha da muğlaklaştırmak üzerine çalıştık. Yarattığımız, katı ve değişmez gibi gözüken figurinler; arttırılmış gerçeklik ile deneyimlendiğinde sürekli değişerek bedeni durmadan dönüşen, tekilliği ve cinsiyetleri kalıplarını aşan figürinlere dönüşüyorlardı.Toplumsal normların dışında, akışkan, kendinden potansiyelli ve tüm ihtimalleri kendi içlerinde taşıyorlardı. Bir yandan da arkeolojik bulguları kendi alanlarından kopartıp başka müzelerde, ülkelerde sergilenmesi çok olağanken, her yerden erişilebilir bir arkeoloji nasıl olabilir sorusuna da, erişilebilirliği ile demokratikleştirmeye de gönderme yapıyordu.
Ahmet Rüstem ile birlikte başka nasıl çalışmalarda bulundunuz?
Kariyerime bir yandan bireysel üretimlerim ile devam ederken bir yandan da Ahmet Rüstem ile duo çalışmalar üretiyoruz. Birlikte üretmek bize çok keyifli geliyor, birbirimizden çok besleniyoruz.
Bakü’de YARAT Contemporary Art Space’deki grup sergisi için Ahmet Rüstem ile birlikte “Theatrum Mundi” isimli bir deneyim ürettik. İzleyiciyi pasif durumdan çıkartıp üretici konumuna dönüştüren bu çalışma Engin Arer desteği ile Unreal Engine oyun motoru kullanılarak interaktif bir deneyime dönüştü.
Aralık ayında, uzun süredir hazırlandığımız “Rest in Pieces” isimli duo sergimiz ile Bilsart & Monoco io ev sahipliğinde izleyici ile buluşacağız. Bu sergide odak noktamız beden, arkeoloji, cinsiyet ve mimarinin ilişkileri olacak. Bu sergi için Kütahya Tavşanlı Höyük kazılarında Prof. Dr. Erkan Fidan ile çalıştık. Arkeolojik bir buluntunun peşine düşerek oluşturduğumuz bu seri gündelik nesnelere odaklanırken, kimlerin kalıntılarını deneyimliyoruz? gibi sorularla şekilleniyor.
Fotoğraf: Batu Tate
Video: Batu Tate
Röportaj: Öyküm Pala
Sayfa Tasarımı Uygulama: Çağrı Hırsava ve Ünal Baş
Sayfa Tasarımı: Stüdyo Pul