röportaj
MELTEM ŞAHİN
Sanat üretim sürecim, kendi kendime düşünerek hayal bile edemeyeceğim bilinmeyen bölgeleri bana tanıtarak, işlerimi tamamen farklı bir seviyeye taşıyarak, işlerimi ve benliğimi de dönüştürerek tam potansiyelimi görmemi sağlıyor.
“Micro Relations” ile aşk hakkında düşünmeye teşvik ediyorsun. Toplum olarak aşka olan bakış açımız değişti mi ya da değişmeli mi?
Bu iş aslında, poligami ve açık ilişkinin yükselişiyle birlikte yeni queer ilişki biçimlerini sorguladığım bir iş oldu. Belirli bir ırk, sosyal statüye dahil olmayan, insancıl, güzelliğin niteleyici özelliklerinden uzak, seks-pozitif tutum içerisindeki figürler kullanarak aşk fikrini yeniden düşünme imkanını oluşturmak istedim. Bu queer konuşma, tüm düalizmin ve empoze edilen sosyal normların öbür tarafında bir dünya sunuyor.
4 farklı "aşk" halinin gözlemlendiği iş, zihinlerin bedenler aracılığıyla özgürleşmesini de tetikliyor. Üstelik bedenlerin ritmi de renklerin birleşimiyle paralel bir bütünlük içinde kendini gösteriyor. Sadece kendimizi değil, diğerlerini de sevmenin ve alternatif bir yaşamın kutlaması olarak karşımıza çıkıyor.
Tartışmasız, GIF kullanmayı sevdiğin medyumlardan biri. Peki niye GIF?
Amerika’da master yaparken animasyon giflerin yükselişini gördüm. Oranın başlıca gazeteleri, dergileri editoryal illüstrasyonlar yerine editoryal gifleri tercih etmeye başlamıştı. Amerika’da okuduğum bölümün tam adı “Illustration Practice”. Orada illüstrasyonun sadece iki boyutta var olmadığını, yaptığım giflerin de, kinetik heykellerin de, oyuncakların da bu pratiğin içerisinde kaldığını öğrendim. Ve farklı mecraları sanatıma taşımak istedim. Gif hareketin sanatıdır. Bir illüstratör olarak, gif üretmeye başladığımda illüstrasyonlarımın doğasında olan daha naif, kusurlu ve doğaçlama tarzını giflere aktarmakta zorlandım. Giflerde stilize bir çizimin gerçeğe %100 uygun hareket etmesi beklenmediği gibi, çok gerçekçi bir çizimin stilize bir biçimde hareket etmesi de beklenmez (bu tezatlık da tabi ki bir tarz seçimi olabilir). Ben de görsellerimdeki bu “kusurlu” tarzı animasyonlarıma aktarırken, hareketleri tam bitmemiş gibi, titrer gibi, biraz kendi kendini araştırır gibi oluşturmaya çalışıyorum.
Ayrıca giflerin tekrar eden doğası da benim giflere yönelmeme neden oldu. Bu doğanın anlatmak istediğim mesajı güçlendirdiğini düşünüyorum. Bir de animasyonla illüstrasyon arasında bir köprü olması da beni çok heyecanlandırıyor.
Yarattığım karakterin nasıl hareket edeceğini hayal etmek, karakterle ilgili duygularımı ve fikirlerimi derinleştirmemi sağlıyor. Onu gif şeklinde canlandırmak için bu karakterin kişiliğine ve bunun onun hareketlerini nasıl etkileyeceğine karar vermem gerekiyor.
Markalara özel instagram filtreleri tasarlarken yaratım prosesinden bahseder misin?
Bugüne kadar Gülbaba Music aracılığıyla Islandman, Melike Şahin gibi müzisyenlere iki filtre ürettim. Yaratım sürecimde sanatçıyla konuşup, müziklerini dinleyip onun bende yarattığı etki üzerine, çok daha kendi tarzımda filtreler üretebildim. Calling Mag’in “Şifa” sayısı için ürettiğim “koikoi” filtresi ise yine aslında benim sanatçı olarak şifayı yorumlama şeklimdi.
İKSV ve Digilogue iş birliğiyle Tasarım Bienali’ne ürettiğim 2 filtrenin ise üretim süreci çok farklıydı. “Empati düzlemi” adlı filtre, bienalin bu seneki tipografik kimliğine göre tasarlandı ve ben de bunu filtreye uyguladım. Uzamda kendi başına ayakta duran ve adeta bir monolit gibi olan “Empati yeniden” yazısını kullanıcı, düzlemin etrafında dolaşıp, yaklaşıp, uzaklaşarak deneyimleyebilir. Buradaki çıkış noktamız aslında bu “Empati Yeniden” yazısını ve fikrini insanların kendi ortamlarına, anılarına taşıyabilmesiydi.
1970 yılında Guy Coggins, insanların bedeni çevreleyen elektromanyetik alan üzerinden auralarını yakalayabilen, bir kamera icat etti. Bu seneki bienalin tüm görsel kimliği tasarlayan Studio Maria João Macedo, bu aura fotoğraflarından çok etkilenmişler. Biz de “Empati Aura”yı, bu çıkış noktası üzerine tasarlamak istedik.
Şimdilerde ise Meşher için “Mâziyi Korumak” adlı güncel sergilerinin konseptinde ve XOXO’ya “Dopamine Fasting” denilen sosyal medya kullanımının kötü etkilerinden uzaklaşma konseptli yeni filtreler yapıyorum.
Sanatın sendeki iyileştirici gücünü nasıl tanımlarsın?
Master tez projemin adı "Negatif Zevk" idi. Ünlü filozof Kant'tan ödünç alınan Negatif Zevk, yüce bir deneyimdir. Yüce duygu, ezici korku ile "ezilmiş olmanın" garip zevkini görmenin tuhaf zevki arasında bir tür sürekli değişimdir. Yüce teorisinin ilk eklemlenmelerinden biri, Kant'ın Güzel ve Yüce Hissetmek Üzerine Gözlemler adlı kitabında bulunabilir: “The various feelings of enjoyment or of displeasure rest not much upon the nature of the external things that arouse them as upon each person’s disposition to be moved by these to pleasure and pain.”
Evet, bir sanatçı olarak üretimimde acılar çekiyorum ama aynı zamanda kendimi çok da mutlu hissediyorum, tatmin duyuyorum. Sanat üretim sürecim, kendi kendime düşünerek hayal bile edemeyeceğim bilinmeyen bölgeleri bana tanıtarak, işlerimi tamamen farklı bir seviyeye taşıyarak ve işlerimi ve benliğimi de dönüştürerek tam potansiyelimi görmemi sağlıyor. Ancak böyle Meltem’in kusurları ve güçlü yönleriyle gerçekten yüz yüze geldiğime inanıyorum. Bu hiç bitmeyen öğrenim süreci, beni çok da delirtmeden, bir çeşit orta yolda tutuyor. Karantinada başladığım “myquarantinefriend” ise bunun en somut örneklerinden.
Pandemide başladığın ve sosyal medya üzerinden de oluşumunu takip edebileceğimiz “My Quarantine Friend”projenden bahseder misin? Neredeyse bitmek üzere. Sendeki duygusal evrelerinden bahseder misin?
Pandemi başlamadan önce ABD’ye gidip akademik ve sanat kariyerim üzerine yoğunlaşmak istiyordum, ancak salgının başlamasıyla tüm planlarımı ertelemek durumunda kaldım. Arkadaşlarımla beraber bu karantina sürecini Marmaris’te geçirirken, yaşadığım kaygı ile başa çıkmak için “My Quarantine Friend” yani karantina arkadaşım projesine başladım. İnsan boyutunda tasarladığım karantina arkadaşım, küçücük boncukları işleyerek başladığım kişisel bir iş oldu benim için. Boncuk işlemenin doğası gereği sakinleştirici ve yavaş tempolu olması kaygıma gerçekten iyi geldi. Yaratım sürecinde başlayan bu dostluk, her zaman devam edecek. Artık günlerim, sabah uyandığımdan itibaren bu yeni dostumla geçiyor ve bundan da çok memnunum.
Bir yandan da bu projenin benim gibi evlerinde zorluk çeken veya sadece sıkılan insanlar için meydan okuma ayağı var. Sen de istersen kendi izolasyon arkadaşını yapıp, #myquarantinefriend etiketiyle Instagram’da paylaşabilirsin.
Quarantine Friend’in canlansa bize senin hakkında ne anlatırdı?
Büyük ihtimalle bana öncelikle takıntılı derdi, çünkü vücudunu çok kez değiştirdim, son görünüşüne karar vermem çok uzun zamanımı aldı. İkinci olarak da şefkat dolu derdi, çünkü yaratım sürecinin en başından beri onu hiç yalnız bırakmadan, sabırla ve çok emekle sürdürdüğüm bir proje oldu. Hatta projeden de daha fazlası, bir dost oldu.
Meltem’in manifestosu nasıl bir şey?
Türkiye'de yetişen bir sanatçı olarak, kusurlu ve geçici olan güzelliği anan Doğu kültürü ile birlikte Batı kültürünün idealize edilmiş güzelliğini gözlemliyorum. Çocukluğumdan beri doğu kültürüyle, evrenin tuhaflığı, ayrıntılarının güzelliği ve geçen zamanının melankolisi ile ilgilendim. Resimlerimle, bireyleri kendi varoluşlarından yabancılaştıran gerçek hayatın varsayımlarını taklit eden bir model yaratmaya çalışmak yerine, belirli bir ırk, sosyal statüye dahil olmayan insancıl, güzelliğin niteleyici özelliklerinden uzak, seks-pozitif tutum içerisindeki figürler oluşturmaya çalışıyorum.
Meraklı doğamdan dolayı, hiç girmediğim yeni alanları keşfetmeye eğilimliyim. İki yıl önce lazer kesim ve 3 boyutlu baskı gibi dijital imalat araçlarını, temel elektronikle birlikte öğrenmeye başladım. Bu yeni medya sayesinde, elektronik veya mekanik olarak çalışan optik illüzyon oyuncakları üretmeye geçtim. Nihai teknik ne olursa olsun, animasyon, seramik veya oyuncak, aynı evrenden gelen, uzamda süzülen neon renkli hermafrodit veya androjen insanları, izleyiciyi alışılagelmişin dışındaki deneyimlere davet ediyor. Bu deneyim aynı zamanda acı ve zevk hissi verirken, izleyicilerin kendi özlerini sezgisel olarak benimsemelerini sağlıyor.
Cinsiyetler arası nasıl bir denklem görüyorsun?
Ben cinsel kimlik, yönelim ve davranış kavramlarını varılması gereken A ya da B noktaları gibi değil de, sürekli devam eden bir arayış, kendini bulma, ifade edebilme olarak görüyorum. İkili ve tezatlar üzerinden cinsel kimlik algıları yaratılmasını yanlış buluyorum. Ve bütün bu kavramların spektrum olarak ele alınması gerektiğini düşünüyorum.
Ahenkte olmak senin için nedir? Ahenkte olmanı ne sağlar?
4 sene önceye kadar kendi ahengimi yani dengemi çok fazla koruyamıyordum. 4 sene önce Tayland’da tek başıma bir tapınağa kapanip, 11 gün boyunca tamamen sessiz kaldım. Dışımdaki bu sessizlik, içimdeki farklı seslere yer açtı ve onlara konuşma fırsatı verdi. Şimdi ise, dengemin sağlayıcıları benim için doğada kamp yapmak, kaya tırmanışı yapmak, meditasyon yapmak, eskiz defterlerimde tuttuğum görsel günlüklerim.
Yaptığın hangi hatan seni daha güçlü kıldığını düşünüyorsun?
Üniversiteden mezun olduğumda, her yeni mezun gibi ben de reklam ajanslarına girmek istedim. Hatta o dönemde, AlametiFarika’nın kurucusu Serdar Erener beni uyarıp, çok geleceği parlak ve yaratıcı bir birey olduğumu ve ajansların bu yaratıcılığımı öldüreceğini söyleyip, beni freelance çalışmaya yönlendirdi. Çevremdeki çoğu insan bunu hata olarak gördü. Ben de gerçekten parasal anlamda ilk başta zorlandım ve hata mı diye çok düşündüm. Mezun olur olmaz kimse kapında da beklemiyor, ama buna rağmen bu “hata” ‘dan vazgeçmedim.
Freelance olarak iş alabilmem zaman aldı. Ama böylece kendi tarzımı keşfedebildiğim, risk almaktan korkmayan, hiç bitmeyen bir arayış içinde olan bir bireye dönüştüm.
Bir yere ışınlanabilsen, neresi olurdu?
Yaşamdaki ilk büyük travma olduğu için doğum anıma ışınlanıp o anı görmek isterdim.
Kişisel mücadelen nedir?
Durabilmek, ara vermek, gerektiğinde mesafe koyabilmek.
Hayatının fon müziği nedir?
The Doors- The Soft Parade
PMS sergisinin küratörüsün, bize biraz serginin ortaya çıkış noktasından bahseder misin?
Serginin konusu “PMS” ise özellikle Amerika’dan döndükten sonra, orada toplumsal cinsiyet meselelerinde bir aydınlanma yaşamamla birlikte içimde bir huzursuzluk, ihtiyaç olarak doğdu. PMS kadınlara karşı şiddet, tecavüz gibi konulardan insanlığımızın arka plana itildiği bu dünyada, kadınlığımızın sahiplenildiği, genelde kadınlarla ilişkilendirilen duygu değişimlerinin, hatta histerikliğin kucaklandığı bir alanın ihtiyacından doğdu.Bu coğrafyada hiç konuşulmayan kadınların adet önceki hormonal dalgalanmaları üzerine bir diyalog yaratmayı istedim.
Çok barışık bir beden algın var ve eserlerinle de bir nevi bunu aşılıyorsun. Bu barışa giden yol nerelerden geçiyor?
İlkokulda çok uzun ve zayıf olmamdan ötürü bana takılan Zürafa, Safinaz gibi lakaplar beni çok üzüyordu. Ben de ilk otoportremi bir zürafa olarak yaptım. Bu da hayatımdaki bir kırılma anı olarak yer alırken zaman içerisinde kendi bedenimle barışıp değerlerimi kucakladım.
Bir kanalın olsa ne olurdu? Genelde ne yayınlanırdı?
Yetişkinler için Adult Swim tadında ötekileştirmeden uzak ve kapsayıcı bir animasyon kanalı olurdu. Hatta yine Adult Swim’deki gibi bürokratik engellerin olmadığı, herkesin kendi projesi ve yaratıcı fikirleriyle katılabildiği bir platform ortamı görürdü.
Başka bir gerçeklikte kendine taktığın isim ne olurdu?
Kabile üyesi adım Breezehawk’ı kullanırdım :)
Özel bir gün olsaydın ne olurdu? Tüm dünyada ne kutlanırdı?
Hep bize yani insanlara ait günleri kutlamaya alışmışız. Ben olsam, Dünya İnsan Dışı Varlıklar Günü ilan ederdim!
Fotoğraf / Video İçeriği: Abdullah Yazıc
Röportaj: Sevtap Tuzcu
Sayfa Tasarımı Uygulama: Batu Kantarcı
Sayfa Tasarımı: Studio Pul
Video: Batu Kantarcı