ACIMASIZ, ŞİDDETLİ AMA BİR O KADAR DA BESLEYİCİ. AŞKIN ADI : İSTANBUL
röportaj SINAN LOGIE
Yaptığım eserler bence günümüze ait. O yüzden zamansızlıklarından pek emin değilim. Resim ve sanat perspektifinden bakınca herhalde Rus konstrüktivistler ya da Amerikan dışavurumcular veya İspanyol modern sanatçıların etkisi var.
20. Yüzyıl ve 21.yüzyıl arası bir köprü kuran bir sanat üretimi olabilir belki, ama onu söylemek benim görevim değil. Birkaç yıl sonra öldüğümde bunu belki sanat eleştirmenleri tekrar yorumlar.
Hayatta seni neler heyecanlandırır?
İstanbul çok heyecanlandırıyor beni. Hayatımın çoğu Brüksel’de geçti. Küçüklüğümden beri İstanbul’a her adım bastığımda bir adrenalin yükselmesi yaşıyordum.10 yıl oldu İstanbul’a yerleşeli ve o heyecan hiç bitmedi.
Yarattığın dünyada seni büyüleyen nedir?
Özgürlük. Hem akademik alanda hem de sanat alanımda yaptığım her şeyi son derece özgür bir çerçeve içinde yapabiliyorum ve her gün severek ve isteyerek çalıştığımı hissediyorum.
Fantastik bir gerçeklikte eserlerin canlanıp konuşmaya başlasalar, ne derlerdi?
Şehirlerden korkmayın. Şehirler insanlığın bize bıraktığı en büyük miras. Çılgın bir fikir. Evlenmek gibi romantik bence. “Seni ömür boyu seveceğim” ya da “Gelin, 18 milyon hep birlikte yaşayalım” kafası çok manyakça bence.
Belli ki şehirden besleniyorsun.
Seviyorum şehir hayatını, beni her anlamda fazlasıyla besliyor. Atalarıma baktığımda hem Belçika tarafındaki ailem hem Türkiye tarafındaki ailem 4-5 nesildir kentli. Benim DNA’m mutasyona uğramış ve benim doğayla ilgili artık hiçbir ilişkim yok. Arada gitmeyi seviyorum, ama kent gerçekten benim doğal ortamım diyebilirim.
Sanatın sana hangi süper gücü sağladığını düşünüyorsun?
Özgür olmayı. Özgürlük çok önemsediğim bir şey. Mimarlık yaparken de her zaman freelance çalıştım. Bir kuruma ya da bir strüktüre bağlı olmak istemedim. Özgürlük kimi zaman yoksul olmam gereksinimini yaratsa da benim en çok kıymetli bulduğum şey.
Sinan’ın bir sözlüğü olsa; ilk 5 kelimesi ne olurdu
Eğlence, aşk, özgürlük, mutluluk ve umursamazlık.
İlham perin nereli ve nasıl bir tavrı var?
İlham perim tabii ki İstanbul; bazen acımasız olsa da her zaman seviyorum.
Aşk anlayışın da mı bu yönde peki?
Aşk anlayışım daha romantik. İstanbul ile aşkım daha şiddetli ama daha besleyici diyebilirim. Değiştirici ve dönüştürücü.
Kaykay yapmak hayata ve şehre bakış açını hatta işlerini nasıl etkilediğinden bahseder misin?
Kaykay pratiği Kaliforniya’da sörfçüler tarafından icat ediliyor ve aslında dalgaların sörf yapmaya verimli olmadığı saatlerde antrenman yapmak için geliştirilmiş bir yöntem. Sörf geleneği tabii ki çok daha eskilere dayanıyor. Binlerce yıl önce Polinezya Adaları’nda dini bir tören aslında. Oradaki diyalektteki ismi He’e Nalu. Dalga ile bir olmak dalgayla birleşmek anlamına geliyor. Kaykay yapmayı da kentle bir olmak, kenti içselleştirmek gibi nerdeyse meditatif bir pratik olarak görüyorum.
Yaratım prosesinden bahseder misin?
Gençliğimde yaptığım kaykay kente karşı olan bakış açımı ve kurduğum ilişkiyi epeyce şekillendirdi. Son yıllarda akademik araştırmalarım için İstanbul’u sürekli yürüyerek gözlemliyorum. Bu kentle kurduğum performatif ilişki benim zihnimde bir sürü imge bıraktı; binaların gökyüzüyle oluşturduğu saçak çizgisi olabilir ya da yerdeki gölgesi, ya da yaptığım parkurların zihnimdeki haritalar vs. Biraz onların bir dışa vurumu ve bu dışa vurum esnasında da hep takıldığım özgürlük meselesine de çok yer veriyorum. Resim yaparken doğaçlamaya da yer bırakıyorum. Resimlerim de sürekli toparlamaya çalıştığım bir kaza gibi bir şey aslında.
Sanatının zamansızlığını nasıl tanımlarsın?
Yaptığım eserler bence günümüze ait. O yüzden zamansızlıklarından pek emin değilim. Resim ve sanat perspektifinden bakınca herhalde Rus konstrüktivistler ya da Amerikan dışavurumcular veya İspanyol modern sanatçıların etkisi var. 20. Yüzyıl ve 21.yüzyıl arası bir köprü kuran bir sanat üretimi olabilir belki, ama onu söylemek benim görevim değil. Birkaç yıl sonra öldüğümde bunu belki sanat eleştirmenleri tekrar yorumlar.
Ankara’da büyüyüp, mimarlık okumak için Brüksel’e gittin. Farklı bir mentaliteye ve dokuya sahip bir ülkede ya da şehirde olmak seni duygusal açıdan nasıl etkiledi?
Açıkçası çok zorlandım. 13 yaşındaydım, ergenlik ve kişilik oluşturma yaşlarımdaydım. İlk zor geçti ama sonrası 16 yaşımdan itibaren zaman zaman okulu da ekerek kendimi kaykaya adadım. Kaykay ile birlikte Brüksel’i içselleştirdim diyebilirim.
Şehir ve kent yapıtları işlerinin odağında. Peki günümüz şehirli insanı bu alanda nasıl konumlandırıyorsun?
Garip bir konu çünkü insanlar hep kenti eleştiriyor. Kalabalık, kirli, ezici olarak nitelendiriyorlar ama bir yandan da herkes kentte yaşamak için can atıyor. Çünkü harika olgular bunlar; birkaç adımda kültür ve her türlü donatılara ulaşabiliyoruz. Kentlerde insan yoğunluğunun yarattığı yoğun bir enerji ve kuvantik durum egemen ve bu aslında insanları mutlu ediyor ve canlı hissettiriyor.
İstanbul bir insan olsa, cinsiyeti ne olurdu? Nasıl bir tavrı olurdu?
Trans olurdu kesinlikle. Bir sürü farklı tavra sahip olabiliyor aynı zamanda. Bize tepeden bakıyor, bazen bizi üzüyor ama hepimiz ona geri dönüyoruz.
Burcu ne olurdu peki sence?
Wow güzel bir soru. Koç olurdu herhalde. Yükseleni de akrep. Akrep gibi tetikte tutup, koç gibi tosluyor.
İstanbul’a en çok yakıştırdığın kişilik bozukluğu hangisidir sence?
İstanbul net bipolar.
İstanbul’u hangi şehir ile aldatırsın?
Ya Atina ya da Roma. Akdeniz hafızasında ve antik katmanları olan bir şehir olacağı kesin.
Seni en çok korkutan nedir desem, aklına ilk ne gelir?
Herkes gibi ölmek tabii ki.
Sıklıkla başvurduğun savunma mekanizmaları neler?
Herkes gibi ben de zayıf bir varlığım ve gerekirse hepsini kullanırım. Bastırma, kaçma, yansıtma, inkar, mantığıma göre uydurma gibi bütün repertuvardan faydalanırım.
Değişen ve dönüşen varlıklarız. Bu sene ise büyük formatlar attı bize. Zor bir sene olmasına rağmen, seni sana doğru daha çok yaklaştıran, ne oldu?
Herhalde büyük şansım atölyemin evime 7 dakika yürüyüş mesafesinde olması. Benim için aslında çok üretken bir sene oldu. Bu yüzden hiçbir zaman bir zihinsel çöküş yaşamadım. Atölyemin de geniş olması sayesinde haftada bir kere 4-5 arkadaşı davet edip mesafeleri koruyarak muhabbetler, sohbetler, fikir alışverişleri edebildik. Elbette çok şanslıyım bu konuda. Travmatik bir yıl olmadı benim için. Verimli geçti aslında.
Bu sene her şeyin üstesinden gelirken sana eşlik eden şarkı hangisiydi?
On iki yıllık bir Ipodum var ve onda zannedersem Paolo Conte’nin “Sparring Partner” şarkısını dinledim.
Özel bir gün olsaydın, ne günü olurdun? Bütün dünyada ne kutlanırdı?
Deliler Bayramı olurdum. Kostüm olmazdı. Üstümüz çıplak maymun olana kadar içip dans ederdik.
Fotoğraf: Ali Yavuz Ata Röportaj: Sevtap Tuzcu Video İçeriği / Sayfa Tasarımı Uygulama: Yasemin Sarıhan Sayfa Tasarımı: Studio Pul Video: Özgün Özlü